İddialı bir çıkış kitabı: Türkolmak

Posted by

‘Türkolmak’, Kutay Onaylı’nın ilk şiir kitabı ancak hem poetik hem politik anlamda iddialı bir “çıkış” kitabı bu. Temellerini tarihsel süreçlerden alıyor, usulca bugüne getiriyor ve Türkolmak kavramını geniş bir yelpazede sorgulayıp yerli yerine oturtuyor. Tüm bu sorgulamayı, şiirsel söylemden taviz vermeden, hatta şiirsel söyleme yeni bir yol, yeni bir yolak açarak yapan şiirlerden oluşuyor kitap. Şiirler demek doğru olmayabilir, aslında bölümler halinde ilerleyen tek bir uzun şiir ‘Türkolmak’.

birinci türkolmak, “türkolmağın” insanın kendi gözünde “gencölmesi” anlamına geldiğini bilen yirmi beş yaşındaki bir gencin, “türkolmağa” başlama sürecini anlatıyor. Global ilişkilerin hızlı bir şekilde kurulabildiği günümüz dünyasının hamasetle çarpıştığı noktadan, o çelişkili yerden bakıyor hayata: “akşam yorgun argın işten dönerken/ gökteki bayrağa bakıp/ twitter’daki o kızı düşünmekti/ kanından blood pudding yapan”. Türkolmağı sorgulamaya kalkmanın, aynı zamanda “durabilme, irkilme ayrıcalığı” olduğunu da söylemek gerek. Şiir öznesi, “ellerimdeki kan lekelerini fark edip/ yani ben bu gözleri/ hemen banyoya koşup…” diye devam ediyor söylemine. İrkilmenin ve paniğin ana nedeni bu kan lekeleri. Belki de görmenin en sert biçimi bu. İnkarın getirdiği sahte rahatlığın karşısında, yüzleşmenin doğurduğu dayanılmaz acı!

ikinci türkolmak, Yunan ve Türk mitolojilerine kısaca değinerek başlıyor ve sırtında insan postuyla mağaradan kaçan kişinin, süreç içinde nasıl militaristleştiğini gösteriyor: “sollll// solll// sollsağğsol” ve “sollll// solll// sollsağğğ” dizeleri peş peşe geliyor, hemen ardındaki dizeler ise durumu daha da netleştiriyor: “türkolmak// beklemektir hep// bir ayağın havada”. Bu aşamada, hangi ayağın havada kaldığı, hangi ayağın yere bastığı önemli. İlk dizede sol sözcüğü önce dört, ardından üç “l” ile yazılmış, “sollsağğsol”da ise başta iki, en sonunda ise tek “l”ye düşmüş. Sağ ise yalnızca bir kez kullanılmış. İki solun ortasında yer alıyor ve çift “ğ” ile yazılmış. Bir sonraki dizede ise sol yine eksilerek, dört, üç ve iki “l” ile yazılıyor, son sözcük ise “sollsağğğ”. Sol burada da iki “l” içeriyor ancak, ardından gelen sağ sözcüğünde üç “ğ” var. Ve ilk dizedeki gibi, sağdan sonra yeniden bir sol yok artık! Türkolma ve toplumun giderek sağa kayma süreci, ordudaki “uygun adım” yürüme şekliyle simgeleştirilmiş.

Türkolmak, Kutay Onaylı, 56 syf., Metis Yayınları, 2024.

Ve “ben haziran 1994’te doğdum” diyor şiir öznesi üçüncü türkolmak’ta. 1994 önemli çünkü anne ve babasının da haziran 1994’te doğduğunu, “habsburg hanedanının, hohenzollernlerin ve berlin duvarının 1994’te yıkıldığını” söylüyor. 1994, bireysel anlamda doğmanın (ki anne babanın doğumu da çocuğun doğumuyla eş zamanlı) tarihiyken, toplumsal anlamda da yıkılışların tarihi. Yine de yıkılış demeyelim duvar için. “şöyle bir aralandı diyelim” diye bir şerh koyuyor oraya Kutay Onaylı, aralanmanın güçlenme anlamına gelebileceğini de vurgulayarak. Yıl sorunsalına ayrı bir anlam yüklüyor, çünkü içinde bulunduğumuz dünyada, zaman eskisinden çok daha hızlı akıyor artık. Mesela julia 1995 doğumlu ve 1994 doğumlu birinin düşüncesini anlaması epey zor. Arada koskoca bir yıl var! “julia’ya mesaj attım julia 95’liydi dedim ki julia bu kaçıncı türkolmak/ daha çok var mı geldik mi”. Julia ertesi gün mesaja yanıt veriyor: “didn’t we agree to text/ only when we wanted to fuck?” Bu elbette sadece zamanla değil, coğrafyayla da ilgili bir mesele. Çünkü julia türkolmak’tan epey uzak.

KALIPLARI KIRAN YEPYENİ BİR POLİTİK ŞİİR TARZI

dördüncü türkolmak, küçük yaşlarda tanıştığımız etnik ayrımcılığa değiniyor. Şiir öznesi “Ulan Kürt” diye bağırıyor başka bir oğlana yedi sekiz yaşlarındayken. “ULAN KÜRT bağırdım yedi sekiz yaşlarındaydım/ bağırdığım oğlanın kürt olmadığını/ gayet iyi biliyordum dönüp baktı o da kürt olmadığını/ gayet iyi biliyordu…” Mesele Kürt olup olmaması değil aslında. Etnik kimlikten öte, bir aşağılama, bir çeşit küfür olarak kullanılıyor Kürt sözcüğü burada. Yedi sekiz yaşlarında olmak da önemli bir ayrıntı. Çünkü o yıllarda ilkokula yedi yaşında başlanıyordu. Yani ayrıştırma, ötekileştirme üstüne kurulu eğitim sisteminin ilk öğretilerini almış, içselleştirmiş bu çocuk. Şiirin devamında, çok açıkça olmasa da değiniliyor bu konuya: “sonra gökten üç elma düştü üçü de başıma üç buna eğitim dediler güldüm geçtim// kurtlulardı”. Kurt, buraya çok yakışan bir metafor. Elmaların kurtlu olmasının nedeni, belki de eğitim kurumunun, kurdun bir başka türüyle birlikte hareket etmesinden kaynaklanıyordur.

Bir sonraki türkolmak’ta aynı sorunsal genişletilerek işleniyor: “aynada gördüğünü beğenmeyip/ aynanın parçalarını ruma ermeniye yahudiye/ yedirmek…” Ötekinin varlığını yok saymak üzerine kurulu Türklük anlayışının ardında yatan nedene de bir dizeyle değiniliyor: “gözün hep ermeninin tabağındaki kocaman parçada”. Bu tespit, ırkçı anlayışın ekonomik nedenlerden de kaynaklandığı bilgisini yüzümüze vuruyor.

“Ve evet, bir düşünce şiiri türkolmak” diyerek kendi şiirinin tanımını yapıyor bir dizesinde Kutay Onaylı. Bu, kendi şiirini övme, yüceltme değil. Çünkü, “düşüncenin kellesi vurulmuş/ duygudan ibaret olduğu yerde” Türkolmak mecburen, ister istemez düşünce şiiri olmak zorunda kalıyor.

türkolmak aynı zamanda “böyle böyle inancını yitirmek” anlamına da geliyor. “ve lafı hep yaz sıcağıyla/ kış ayazına getirmesi// ve bu ikisinin sonsuz direnişi/ diyalektiğe” dizeleri, bizi, ister istemez, inanç yitimine neden olan, lafı durmadan yaz sıcağıyla kış ayazına getiren şeyin ne’liği üstüne düşünmeye sevk ediyor. Ki, diyalektiğe sonsuz bir direniş de var iki mevsim arasındaki (deyim yerindeyse) laf kalabalığında. Çok geçmeden anlıyoruz: “ve tanrının bıcır bıcır bıcır bıcır bıcır bıcır bıcır konuşması”ymış meğer tüm bunlara neden olan.

Aslında türkolmak, belki de “çok uzun bir yolun sonunda/ birbirini parçalayan otuz kuş” olmaktan başka bir şey değildir. Ya da “başkan seçmemiz(dir) bir korkuluğu”. En kötüsü, “çocuklarımızla silmeleridir/ burunlarını”. Belki hiçbirimiz istemezdik, tercih hakkımız olsaydı eğer, hiçbirimiz tercih etmezdik bunları. Yeri gelmişken hadi şunu da soralım: “kim isterdi ki sevişirken/ ikinci abdülhamid’i düşünmeyi”. Sahiden kim isterdi ki?

Kutay Onaylı, ‘Türkolmak’la şiirde yeni bir cephe açıyor. Günümüzde pek sık rastlanmayan politik şiiri, bugünün genç diliyle ve kıvrak söylemiyle dizelere döküyor. Anlama daha fazla yaslanan ve düşünceyi doğrudan karşısındakine geçirme özelliği olan politik şiir, meselesini çağrışımlarla ve imgesel anlatımlarla açığa çıkartıyor Onaylı’nın şiirinde. Biçimsel olarak da klasik şiir kalıplarına bağlı kalmıyor. Sözcükler arasındaki boşluklar, okura, araları kendisinin doldurması için imkân sunuyor ancak, hiç kimsenin bu boşlukları gelişigüzel doldurmasına da izin vermiyor Onaylı. Bağlamı kendi belirliyor ve o bağlamdan taşmamak kaydıyla sunuyor şiirsel özgürlüğü. Yer yer daha da ileri gidiyor, savuruyor bazı dizeleri. Bu savurma, savrukluğa neden olmuyor. Alışageldiğimizin aksine, kendi kalıbına saklanmış değil, kalıpları kıran yepyeni bir politik şiir tarzının doğduğunu söyleyebiliriz ‘Türkolmak’la.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir